İSTANBUL (AA) - AHMET ESAD ŞANİ - Türk Edebiyatının en etkili şairlerinden olan, aynı zamanda yazar Ahmet Haşim'in vefatının ardından 88 yıl geçti.
Fizan Mutasarrıfı Arif Hikmet Bey ile Sara Hanım'ın oğlu olarak 1887'de Irak'ın başkenti Bağdat'ta dünyaya gelen Haşim, baba tarafından Bağdatlı Alusizadeler'e, anne tarafından da Kahyazadeler'e mensuptu.
Babasının Arap vilayetlerinde sürdürdüğü memuriyeti sebebiyle ilk öğretimini farklı yerlerde tamamlayan Haşim, bu dönemde Arapça da öğrendi.
Annesini 8 yaşındayken kaybeden yazarın çocukluğu, ileride hatıralarını yazacağı "Şiir-i Kamer"deki dizelerde izlerinin görüleceği yalnızlık ve acı duygularıyla Dicle kıyılarında geçti.
Haşim, annesinin vefatının ardından babasıyla İstanbul'a geldi ve Numune-i Terakki okuluna başladı. Türkçesini geliştirdikten sonra Mektebi Sultani'de (Galatasaray Lisesi) eğitim almaya başlayan edebiyatçı, Tevfik Fikret ve Ahmed Hikmet Müftüoğlu gibi hocalardan eğitim alarak 1907'de liseden mezun oldu.
"Hayal-i Aşkım" başlıklı ilk şiirini 13-14 yaşlarında kaleme alan Haşim'in bu şiiri, Ömer Seyfettin'in de yazdığı "Mecmua-i Edebiye" dergisinde yayımladı.
Ahmet Haşim'in arkadaş çevresinde İzzet Melih Devrim, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Emin Bülent Serdaroğlu ve Abdülhak Şinasi Hisar gibi isimler vardı.
Mezuniyetinin ardından bir süre Osmanlı İmparatorluğu'nun tütün inhisarını elinde bulunduran Reji İdaresi'nde memur olarak çalışan yazar, aynı zamanda Mekteb-i Hukuk'ta eğitim almaya devam etti.
- Fecr-i Ati hareketine katıldı
Galatasaray Lisesi'nde sanata ve edebiyata ilgi duymaya başlayan şair, 1909'da başlayan Fecr-i Ati hareketine katıldı. Edebiyat ve sanat dergilerinde yazan genç edebiyatçıların birleşmesiyle oluşan ve "Edebiyatı ideolojinin değil, estetiğin emrine vermek" prensibinden hareketle çalışmalarda bulunan topluluğun dağılmasının ardından Haşim, uzun bir sessizlik dönemi geçirdi.
Haşim, İzmir Sultanisi'nde Fransızca öğretmenliğine atandıktan sonra hukuk öğreniminden vazgeçerek, 1910'da İzmir'e yerleşti ve 1912-1914 arasında öğretmenlik ve Maliye Nezareti'nde çevirmenlik yaptı.
Ahmet Haşim, savaştan sonra Düyun-u Umumiye İdaresi'nde ve bu kurumun dağılmasının ardından Osmanlı Bankası'nda çalıştı.
- Gazetelerdeki yazılarını kitaplaştırdı
Memuriyet hayatına devam ederken İstanbul'da çıkan "Akşam" ve "İkdam" gazetelerinde fıkra, tenkit ve kronikler yazmaya başlayan usta edebiyatçı, gazetede yazdıklarının bir kısmını daha sonra "Gurabahane-i Laklakan" adlı kitabında topladı.
"Dergah" dergisinde yayımladığı şiirlerinin bir kısmını da "Göl Saatleri" adlı kitapla okurların beğenisine sunan Haşim, Şeyh Galip'ten izler taşıyan ve "Göl Saatleri", "Göl Kuşları", "Serbest Müstezatlar" ve "Muhtelif Şiirler" olmak üzere dört bölümden oluşan bu kitap üzerine, Türk şiirinde Yahya Kemal Beyatlı'dan sonra saf (öz) şiirin en önemli temsilcisi olarak gösterildi.
Böbrek rahatsızlığı tedavisi için 1924'te Düyun-ı Umumiye'den aldığı ikramiyeyle Paris'e giden Haşim, 1926’da yeniden Paris'e, 1932'de ise Frankfurta gitti, ancak iyileşemeden döndü.
Haşim, "Resimli Kitap", "Dergah" ve "Yeni Mecmua"da 1905-1908 yılları arasında yazdığı şiirlerini, 1926'da "Piyale" adlı kitabında bir araya getirdi.
Günün meselelerine dair kaleme aldığı makalelerin bir kısmını, Paris gezi notlarını da ekleyerek, 1928'de "Bize Göre" adlı kitabında toplayan yazar, Frankfurt'taki günlerini de "Frankfurt Seyahatnamesi"nde yazıya döktü.
Şiirlerinde musikiye de yer verirken eserlerini empresyonizmle sembolizmin etkisiyle ele alan şair, şiirlerinde imge ve iç ahenk bakımından zengin bir üslup kullanırken Türk edebiyatında "akşam şairi" olarak tanındı.
Yaşamının son günlerinde "Güzin" ismiyle seslendiği Zarife Özgünlü ile evlenen Haşim, 4 Haziran 1933'te Kadıköy'deki evinde, 49 yaşındayken vefat etti ve Eyüpsultan Mezarlığı'na defnedildi.
Usta edebiyatçı, 1931 yılında Atina'daki Balkan Birliğinde çalışan genç bir gazeteci ile yaptığı mülakatta, "Sembolistleri seviyorsunuz galiba" sorusu üzerine de şunları kaydetmişti:
"Evet. Bu, benim eski bir aşkımdır. Her ne kadar zamanımıza ayak uyduramıyorsa da devam ediyor. Diyebilirim ki ben o mektebin bir talebesiyim. Bununla beraber şiirdeki öbür mektepleri de tanımaz değilim. Hatta sembolist olmayan şairleri de beğenmemem için hiçbir sebep yok. Sanat bir yükselmedir. Şairin gayesi, genel arzuları ifade eden, büyük hayat duygularını kucaklayan ve ebedi acıları ve sevinçleri anlatan sembollerle yükselmektir. Küçük veya büyük olan konular değildir. Küçük ya da büyük olan yalnız biziz. Kendimiziz. Aşkı, sınırlı bir toplumun münekkit gözü ile görebildiğimiz gibi aynı aşkı, hayatı ifade eden ve insanı fırtınalı bir deniz gibi titreten edebi bir heyecan gibi de karşılayabiliriz. Şairler var ki insanı sosyal bir olay gibi karşılar. Ama gerçek şair, insanı tabii bir olay gibi görecek ve bir devrin adamı değil, ebedi insanı, devirleri aşan, zaman ve mesafeyi yenen insanın eserlerinde yaşatacaktır."