İSTANBUL (AA) -ORHAN KARAOĞLU- Yeni başkan Joe Biden döneminde ABD’nin küresel diplomasi alanında yeniden liderlik rolünü üstlenmeyi denemesi, Çin’in güçlenme çabalarını frenlenmesi ve Rusya’ya karşı daha sert bir tutum takınması bekleniyor.
ABD başkanı Joe Biden, son dönemde dünya sahnesinden yavaş yavaş geri çekilen, şaşkın bir görünüm sergileyen ve müttefikleriyle ilişkileri sıkıntılı bir ülkeyi miras alıyor. Bitmek tükenmek bilmeyen savaşlardan bıkmış olan Amerika’nın geride bıraktığı boşluğu bölgesel güçler doldurdu. ABD’nin yeni yönetimi bu durumu değiştirmek isteyecektir. Başkan olarak dış politikaya ilişkin yaptığı ilk konuşmasında Biden “Amerika geri döndü. Diplomasi geri döndü” dedi. Yeni başkan ABD’yi, Donald Trump yönetimindeki dört yıllık yalnızlaştırıcı “Önce Amerika” politikasının ardından, çok taraflı bir takım oyuncusu olarak yeniden var etmeye çalışacak. Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşmada Demokrat başkan kendisini, Cumhuriyetçi Trump’ın etkileşimsel dış politikasından ayrı bir yerde konumlandırmıştı. Biden konuşmasında “Son birkaç ayın transatlantik ilişkimizi gerdiğinin ve sınadığının farkındayım; ancak ABD Avrupa ile yeniden ilişki içine girmek, sizlerle görüşmek ve güvenilir liderlik pozisyonumuzu yeniden elde etmek konusunda kararlı” dedi. Biden göreve geldikten hemen sonra, Trump’ın geri çevirdiği küresel aşılama programına dört milyar dolar yardım sözü verdi, Paris İklim Anlaşması’na resmi olarak yeniden katıldı ve yine Trump tarafından reddedilen İran’la nükleer anlaşma görüşmelerini yeniden başlatmak için harekete geçti. Demokrasinin değişen dünyada hâlâ insanlara sunabileceği çok fazla şey olduğunu göstermesi gerektiğini söyleyen Biden, bunun ABD’nin en önemli misyonlarından biri olduğunu vurguladı.
Fakat Biden yönetimindeki ABD’nin yeniden küresel çapta tek güç olması zor görünüyor. Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından tek taraflı güç sistemi de mazi oldu. Dünyadaki Amerikan angajmanının sınırları olduğu konusunda ABD’de bir fikir birliği var. Biden yönetimi ayrıca ABD içinde yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını, ırkçılık, ulusal borç gibi birçok iç zorluğun üstesinden gelmek zorunda.
Biden hükümetinin dış politika konusunda küresel desteğe ihtiyacı olduğu görülüyor. Biden’ın yeni bir dünya düzenini şekillendirmek için ittifaklar kurması gerekiyor. Çin bu noktada ABD’nin en büyük rakibi. Biden da bunu dış politikaya ilişkin konuşmasında teyit etti. Çin Halk Cumhuriyeti bir yandan Asya, Afrika ve Avrupa’da 60’tan fazla ülkede devasa ticaret ve altyapı projesi olan Kuşak ve Yol Girişimi’yle ekonomik etkisini dünya çapında genişletiyor, diğer yandan özellikle Güney Çin denizinde askeri güç ve teknolojik üstünlük sağlamaya çalışıyor. Orta Avrupa ülkeleri ve Balkanlar da giderek ekonomik ve jeopolitik açıdan daha fazla Çin etkisi altına giriyor. Bütün bu gelişmeler Amerikalıları rahatsız eden unsurlar olarak duruyor. Biden Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile yaptığı ilk telefon görüşmesinde “Pekin’in zorunlu ve haksız ekonomik uygulamalarını, Hong Kong’daki baskıyı, Sincan’daki insan hakları ihlallerini ve Tayvan’a karşı olanı da dâhil olmak üzere bölgede giderek artan meydan okuyucu eylemlerini” sert bir dille eleştirdi. Washington’un mesajı şuydu: “ABD jeopolitik rekabette meydanı Çin’e savaşmadan bırakmayacak”. Biden öte yandan küresel ısınma ve iklim değişikliğinin önüne geçilmesi gibi küresel zorluklar karşısında Pekin’le birlikte çalışmaya kararlı. Çin ile başa çıkmaya yönelik öneriler sunmadan önce çalışma tasarılarını, teknolojilerini ve askeri güçlerini test etmek istiyor.
Amerikalıların ikinci sistemik rakibi ise malum olduğu üzere Vladimir Putin’in Rusya’sı. Biden kendisini Çin’e benzer bir ikilemde buluyor: Rusya bir yandan Amerikan güvenlik uzmanlarına göre ABD’deki başkanlık seçimlerini manipüle etmeye çalışan ve dünyanın birçok bölgesinde genişleme politikasını zorlayan düşman bir aktör. Buna rağmen Washington Rusya’ya birçok alanda muhtaç görünüyor. Moskova Ortadoğu’da ve İran’la nükleer anlaşmanın yeniden görüşülmesinde önemli bir aktör olarak duruyor. Biden’ın Moskova stratejisi (Pekin gibi) Amerika’nın çıkarları doğrultusunda yönlendirilen bir işbirliği ve çatışmanın karışımından oluşuyor. Dolayısıyla Rusya ve ABD Şubat ayında iki devlet arasındaki son büyük nükleer silahsızlanma anlaşması olan Yeni Stratejik Silahları Azaltma Anlaşması’nın (New Start) süresini uzattı.
Aynı zamanda Rusya’nın insan hakları ihlalleri ve saldırgan eylemleri karşısında sessiz kalmayacağını açıkça belirten Biden dolaylı olarak yaptırımla tehdit etmişti. Çin’e göre ekonomik açıdan büyük ölçüde daha zayıf olan Rusya için bu endişe verici bir senaryo olarak görünse de, ABD’nin kendi içindeki demokrasi sorunlarının gündemde olduğu bir dönemde Rusya’yı sıkıştırması zor görünüyor.
Biden yönetimi için bir başka konu ise Kuzey Kore’deki rejim ve faaliyetleri. Yıllardan beri her türlü füzeyi geliştirmeye çalışan ve uluslararası yaptırımlara rağmen nükleer programını ilerleten bir Kuzey Kore yönetimi var. Kuzey Kore lideri Kim Jong-un Ocak ayındaki parti kongresinde ABD’yi “baş düşman” olarak nitelendirdi. Eski ABD Başkanı Donald Trump Kim’le gerçekleştirdiği birkaç görüşmeye rağmen, Kim’in nükleer programını etkilemeyi başaramadı. Bu durum Biden’ı da zorlayabilir.
İran da bir nükleer program yürütüyor ve bu nedenle uluslararası yaptırımlara tabi tutuluyor. 2015 yılında Birleşmiş Milletler’in (BM) veto hakkına sahip beş ülkesi (Fransa, Rusya, ABD, Çin ve İngiltere) ve Almanya (P5+1) İran’ın nükleer silah yapmasını önlemek için Tahran ile bir anlaşma imzalamıştı. Zahmetli bir şekilde müzakere edilen anlaşma Barack Obama adına büyük bir dış politika başarısı olarak kabul edilmişti. Üç yıl sonra Trump yönetimindeki ABD anlaşmadan çekildi. Trump yaptırımlar yoluyla maksimum baskı uygulayarak daha katı ve daha uzun vadeli koşullarda bir anlaşma yapmak istedi. Bunun üzerine İran tüm teknik koşulları aşamalı olarak görmezden geldi ve nükleer faaliyetlerine devam etti. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ülkesindeki ekonomik çöküş nedeniyle Biden yönetiminden bir rota değişikliği umuyor. Beyaz Saray Tahran’ın tekrar anlaşmaya uyması şartıyla buna açık görünüyor. Fakat Amerika’nın bölgedeki müttefiklerini, özellikle de Körfez ülkelerini ve İsrail’i başka bir husus endişelendiriyor: İran’ın füze programı. Bu konu hiçbir zaman nükleer anlaşmanın bir parçası olmadı. ABD’li dış politika şahinleri de tutarlı bir İran politikasının nükleer programı tek başına ele almaması gerektiği görüşünde. Biden yönetimi, eski Başkan Donald Trump’ın İran İslam Cumhuriyeti’ni tecrit etmek amacıyla uyguladığı “maksimum baskı kampanyasını” kesin bir şekilde reddederek 2015 nükleer anlaşmasına dönmek için İran ve diğer aktörlerle görüşmeye hazır olduğunu söyledi.
ABD yönetimi ayrıca, Trump’ın 2018 yılında anlaşmadan çekilmesinden önceki politikaya dönmek amacıyla BM nezdinde iki adım attı. İran şahinleri tarafından hemen eleştiriye tabi tutulan bu eylemler muhtemelen İsrail ve Körfez ülkelerinin de endişe duymasına neden olacaktır. Tahran ayrıca Suriye rejimi ve Lübnan’daki Hizbullah milislerini içeren “direniş eksenindeki” Şii milisleri güçlendiriyor. Yemen’deki Husiler ve Iraklı milisler de Tahran’ın etkisi altında. İran’ın Irak’taki faaliyetleri de ABD’yi endişelendiren konular arasında. Biden’ın genel olarak bir askeri müdahaleye taraf olmadığı biliniyor ve uluslararası askeri angajmanı minimum düzeyde tutma konusunda Obama ve Trump’ın izinden gideceği düşünülüyor.
- Biden’ın küresel ittifakları
Öte yandan siyasi olarak aktif olmayan bir Avrupa olduğu sürece Putin gibi liderler bundan avantaj sağlayacaktır. Özellikle Almanya-Rusya ilişkileri Biden yönetimini düşündüren bir konu olarak öne çıkıyor. Almanya Rusya ile ilişkilerinde gerilim istemiyor. Tartışmalı olan Alman-Rus Baltık denizi doğal gaz boru hattı Kuzey Akım 2’ye sıkı sıkıya bağlı kalıyor. ABD Dışişleri Bakanlığı projeyi Rusya için “doğal kaynakları Batı Avrupa’ya karşı siyasi baskı ve kötü niyetli etki aracı olarak kullanma” şeklinde bir fırsat olarak görüyor. Ayrıca ABD dış politikasında Çin’le ilişkileri merkeze almaya başladığı için AB içinde de Çin’le ilişkiler yeniden tanımlanıyor. Çin’in etkisine karşı Avrupa ve NATO’nun Atlantik’in bu yakasında karşı denge oluşturması öngörülüyor. Bu durum AB içinde tartışmalara neden olabilir. Çünkü “AB ABD siyasetinin bir aracı mı, yoksa aktif bir oyuncu mu olacak?” tartışması AB içinde hâlihazırda yapılıyor. Keza AB ve Çin’in 2020 yılının Aralık ayının sonunda Almanya’nın girişimiyle bir yatırım koruma anlaşması imzalaması ABD’yi endişelendirdi. Anlaşma Avrupalı şirketlerin Çin pazarına erişimini artırırken Pekin açısından da yeni döneme yönelik stratejik bir karşılık olarak yorumlanıyor. Pekin’in tarihindeki en geniş imtiyazı AB’ye verdiği belirtiliyor. Washington Çin Halk Cumhuriyeti’ne yönelik tavizlerin artık sona ermesi gerektiğine inanıyor. Almanya ise ABD ve Çin’le olan ilişkilerinde daha özerk davranmak istiyor. Biden yükselen “keskin güç” karşısında sert bir tavır sergileyen, bir bütün olarak hareket eden bir Avrupa’ya muhtaç olduğunu biliyor. Fakat Pekin Avrupalıları “böl ve hükmet” ilkesine göre bölmeyi başarmış görünüyor.
ABD’nin Kanada ve Avustralya gibi müttefikleri, konu Çin’in insan hakları ihlallerine geldiğinde çok daha sert bir diplomatik üslup kullanıyor. Çin’e karşı ittifakta Biden öncelikli olarak Asya ülkelerine güveniyor. Obama “Asya’ya yönelişi” ile bunu açıkça ortaya koymuştu. Amerika’nın orta ve uzun vadede bölgede lider bir role sahip olmak istediği görülüyor ve Biden da bu yolda devam ediyor. Örneğin Güney Kore ve Japonya’da ABD önemli bir askeri varlığa sahip. Hem Seul hem de Tokyo, tıpkı Avrupalılar gibi, Amerika’nın nükleer kalkanına güveniyor. Buna karşın Asyalı müttefiklerin bakış açısından ABD ile Çin arasındaki konum zor bir dengeleme oyunu olarak görülüyor. Pekin yönetimi, Çin’e ekonomik bağımlılıkları nedeniyle, Asya ülkelerinin kendisine karşı çok daha ihtiyatlı davranmasını sağlamayı başarmış görünüyor.
Amerika’nın Güneydoğu Asya’daki müttefiklerinin yanı sıra, Çin’le mücadelelerinde Amerikalıların çıkarlarının bir kısmını paylaşan, ancak kayıtsız şartsız müttefik olmayan devletler de var. Endonezya, Malezya, Tayvan ve Filipinler gibi Güney Çin denizine kıyısı olan ülkeler Pekin’in bölgesel iddialarını reddediyorlar. Öte yandan Endonezya Dışişleri Bakanı Retno Marsudi’nin 2020 Ağustos ayında, Washington ile Pekin arasındaki rekabette Cakarta’nın yer almak istemediğini vurgulaması da önemliydi.
Hindistan ise Çin’i frenleme konusunda bölgede Amerika’nın en önemli ortağı olabilir. Hindistan-ABD ilişkilerini stratejik düşünceler belirliyor; uzun sınırı ve Pekin ile çözülmemiş toprak ihtilafları nedeniyle Hindistan’ın Amerikalıların yanında durmaya devam etmesi muhtemel görünüyor.
Arap yarımadasında ise Suudi Arabistan ile ilişkilerde Biden sonrası dönemde değişiklik yaşanması bekleniyor. Zira Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın Trump’la olan ilişki düzeyini Biden’la devam ettirmesi zor görünüyor. Biden ise hem Suudi Arabistan’daki hem de iç savaşın yaşandığı Yemen’deki insan hakları ihlallerini göz önünde bulundurarak rota değişikliğine gitmek istiyor. Bu noktada ilk adımı attı ve Husileri terör listesinden çıkartarak Riyad yönetimine ilk mesajını verdi. Öte yandan Washington’ın İran’la mücadelesinde Körfez ülkelerine bağımlı olmaya devam etmesi de muhtemel.
Bu arada İsrail İran’la mücadelede tabiatıyla ABD’nin yanında yer alıyor. İki devlet stratejik ittifak ilişkisi içinde ve Başbakan Binyamin Netanyahu, İsrail hükümetine çok taviz veren Trump’ın yasını tutmuş olsa da, stratejik ortaklık pozisyonunun değişmeyeceği söylenebilir. Trump Kudüs’ü skandal bir şekilde “bölünmemiş başkent” olarak tanıdı, Arap devletleriyle anlaşma sağladı ve Filistin topraklarında İsrail’in yerleşim bölgeleri inşa etmesine sessiz kaldı. Biden ise Netanyahu’nun yayılmacı rotasını eleştiriyor ve iki devletli çözümü destekliyor.
ABD’nin AB, Rusya ve Çin gibi küresel aktörlerle olan ilişkilerinin şekli, düzeyi, yoğunluğu ve bu aktörlerle olan mücadele alanları Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor. Türkiye’nin bulunduğu coğrafya, stratejik konumu ve önemi göz önüne alındığında, ABD ile diğer küresel aktörlerin ilişkilerinin (küresel ve bölgesel denklemlere etkileri olduğu gibi) Türkiye ve Türk dış politikası için de önem arz ettiği aşikâr.
Bütün bu küresel denklemde, ABD’nin yeni yönetimini uluslararası ilişkilerde zorlayacak en önemli konu ise ABD içindeki demokrasi sorunları. ABD’nin uluslararası alanda insan hakları, özgürlük gibi söylemlerinde inandırıcı olabilmesi için, Amerikalıların demokrasilerinin durumu hakkında bir özeleştiri yapması gerekiyor. Çünkü ABD içindeki ırkçılık sorunu ve Kongre baskını gibi olaylar dünya kamuoyunun hafızasından uzun süre silinmeyeceğe benziyor. Bu kapsamda ABD’nin küresel denklemdeki belki de en büyük zafiyeti kendi içinde zayıflayan demokrasisi olacaktır.
[Uluslararası ilişkiler uzmanı Dr. Orhan Karaoğlu Ortadoğu politikaları alanında çalışmaktadır]