İSTANBUL (AA) -MEHMET RAKİPOĞLU- İsrail’in 1948 yılından beri sürdürdüğü Filistin’i işgal etme, demografiyi değiştirme uygulamalarının şiddeti her geçen gün artıyor. Başta Birleşmiş Milletler (BM) olmak üzere İkinci Dünya Savaşı’nın ardından kurulan uluslararası sistemin bütün parçalarını ve organlarını yok sayan İsrail, sivil Filistin halkına dünyanın gözü önünde gayrihukuki yollardan ve asimetrik biçimde saldırılarını sürdürüyor. Kudüs’teki Şeyh Cerrah mahallesi ve Mescid-i Aksa’da yaşanan son gelişmeler İsrail’in terörü kendisine ilke edindiği gerçeğini bir kez daha gözler önüne serdi. İslam dünyası için Mescid-i Haram (Kâbe), Mescid-i Nebevi’den sonra üçüncü kutsal mescit olan Mescid-i Aksa’ya yönelik saldırılara muhtelif ülkeler tepki verdi. Türkiye, Pakistan, Malezya gibi Arap olmayan İslam ülkelerinin, İsrail’in cürümlerine karşı, ekonomik olarak güçlü birçok Arap Körfez ülkesinden daha sert tepki gösterdikleri söylenebilir. Körfez ülkeleri ise Filistin meselesinde tam anlamıyla parçalanmış ve bölünmüş durumda.
- Zorunlu sınırlı tepkiler
İslam dünyasının “lideri” ve “Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi’nin Hizmetkârı” olarak tanımlanan Suudi Arabistan yetkililerinin İsrail karşıtı tepkisi hayli cılız oldu. Saldırıların ilk günlerinde İsrail’e karşı sert açıklamalar yapmaktan imtina eden Riyad yönetimi, devam eden süreçte özellikle Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İsrail karşıtı söylemlerinin İslam dünyasında yankı bulmasının ardından adım atmak zorunda kaldı. Bu çerçevede Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı yetkilileri El-Arabiyya’ya yaptıkları açıklamada İsrail’in saldırılarını kınadıklarını dile getirdi. Birçok uzman Suudi Arabistan’ın mezkûr tepkisinin mecburî olduğunu fakat sınırlı kaldığını ifade ediyor. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın İsrail yanlısı ve Filistin karşıtı söylemleri de dikkate alındığında, Suudi Arabistan yönetiminin Filistin meselesini siyasi ve ekonomik bir yük olarak gördüğünü ve bu davaya yönelik desteğini çektiğini söylemek mümkün. Bununla birlikte İsrail ile normalleşmeye sıcak bakan bin Selman’ın yaşanan son gelişmelerden sonra bu planı bir süreliğine askıya almak zorunda kalacağı da söylenebilir. Nitekim İslam dünyasından İsrail’e ciddi tepkiler geldi. Suudi Arabistan yönetimi mezkûr tepkileri tamamen göz ardı etme lüksüne de sahip değil. Öte yandan Umman’da her ne kadar farklı saiklerle de olsa protestoların baş göstermesi, Suudi Arabistan’ın ve hususen bin Selman’ın Netanyahu ve İsrail ile kurduğu örtülü ittifakın resmiyete dökülme sürecini uzatabilir. Körfez’de Katar ve Umman’ın verdiği tepkilerin Kuveyt’inki kadar güçlü olmadığı, fakat Suudi Arabistan’ınki kadar da cılız olmadığı söylenebilir. Bununla birlikte Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Filistin ve İsrail’e yönelik politikaları birbirinin tam zıttı olarak belirdi. Bahreyn ise (tıpkı İsrail ile normalleşmede olduğu gibi) bu meselede de BAE’nin peşine takıldı; üstü kapalı olarak İsrail’in tarafında durdu.
- İsrail dostu BAE
2020 yılında ABD Başkanı Donald Trump ve damadı Jared Kushner’in tasarladığı “Yüzyılın Barışı” projesi ile BAE ve Bahreyn İsrail ile örtülü ilişkilerini resmiyete dökmüştü. Birçok uzman söz konusu gelişmeleri “ilişkilerin normalleşmesi” yerine sadece bir formalleşme/resmileşme olarak okudu. Nitekim basına sızan birçok resmî belge İsrail ile diplomatik ilişkileri olmayan Suudi Arabistan, BAE gibi ülkelerin gizli şekilde İsrailli yetkililerle görüştüğünü, Türkiye-İran-Katar gibi aktörlerle girdikleri güç mücadelesinde İsrail’le işbirliği yaptıklarını kanıtlamış durumda. BAE İsrail ile sürdürdüğü örtülü ittifakı resmileştirerek bölgedeki normalleşme vizyonunun katalizörü oldu. Nitekim Fas ve Sudan’ın İsrail ile normalleşme kararı almasının arkasında BAE’nin siyasi ve finansal adımlarının yer aldığı biliniyor. Bu minvalde BAE’nin İsrail’in Filistin’deki hak ihlallerine karşı hiçbir adım atmadığı söylenebilir. Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid’in siyasal İslami hareketler karşıtı takıntısının, BAE’nin Filistin yerine İsrail’i üstü örtülü şekilde desteklemesinin arkasında yatan sebep olduğu iddia edilebilir. Nitekim birçok üst düzey BAE’li yetkili Filistinli halk ile Hamas arasında ayırım yaparak İsrail’in hak ihlallerinin Hamas’a karşı olduğunu ima ediyor. Hamas’ı terör örgütü olarak tanımlama hususunda İsrail’le ortak hareket eden BAE, Filistin’in direniş mücadelesinin önde gelen hareketi olan Hamas’a İsrail’e atılan füzeleri durdurması yönünde çağrıda bulundu. Dolayısıyla BAE’nin İsrail’in saldırılarını kınayan açıklamaları sembolik söylemin dışına çıkmamakta. Dahası birçok üst düzey BAE’li yetkilinin açıklamaları BAE’nin Filistin direnişinin karşısında olduğunu kanıtlıyor.
Birçok Batılı medya organına benzer şekilde BAE’li medya kaynakları da direniş karşıtı, İsrail yanlısı haberlerle Tel Aviv’in saldırgan politikalarını meşrulaştırmaya çalışıyor. Bu anlamda özellikle İsrail’in dezenformasyon ve Filistinlileri sosyal medyada susturma politikasının BAE eliyle Arap dünyasında mobilize edilmeye çalışıldığı rahatlıkla söylenebilir. Suud medyasındaki İsrail’i göreceli eleştiren tutumun aksine, BAE medyası Batı medyasının ezici çoğunluğunu taklit ederek İsrail’in saldırganlığına yönelik ılımlı bir portre çizdi. Bu anlamda örneğin el-İttihad gazetesi “şiddete ve nefrete hayır” tarzında başlıklar atarak Kudüs’te yaşanan İsrail zulmüne gözlerini kapattı. El-Haliç isimli gazete ise İsrail’in saldırılarını meşrulaştırma yönünde haberler yaptı. İsrail’in çocuk, kadın ve yaşlıların ölmesiyle sonuçlanan saldırılarının Filistin’den gönderilen füzelere tepki olarak yapıldığını iddia etmesi, BAE’nin Filistin meselesinde İsrail’den yana tavır aldığının en net göstergesi. Diğer bir deyişle BAE, rejim güvenliğini önceleyerek Filistin davasına sırtını dönmüştür.
Sosyal medya ve özellikle Twitter gibi mecralarda etkin olan BAE rejimine yakın isimler İsrail yanlısı söylemleri destekliyorlar. Dahası İsrail’in Aksa’daki saldırılarını öven bu isimlerin Twitter hesapları BAE hükümeti lisanslı. Örneğin Hamad el-Hüseyni İsrail’in saldırılarını övüp direnen sivillerin terörle iltisaklı olduklarını iddia etti. Benzer şekilde bin Zayid’e yakınlığı ile bilinen Dr. Vesim Yusuf, Hamas’ı Gazze’yi çocukların ve sivillerin mezarlığına dönüştürmekle suçlarken İsrail’in katliamları hakkında tek bir kelime etmedi. Benzer şekilde Münzer eş-Şehi İsrail’in resmi Arapça hesabını alıntılayarak İsrail’e gerçeği ortaya koyduğu için teşekkür etti. Hasan Secvani ise alaycı bir tavırla Filistinlilerin neden Aksa’yı terk edip evlerine gitmediklerini sordu. Sivil toplumun ve siyasal aktivizmin yasak olduğu BAE’de mezkûr isimlerin sosyal medyadaki bu söylemlerinin Abu Dabi’den bağımsız olmadığı söylenebilir. Hasılı, Filistin davasını Arap sokağını alevlendirebilecek bir tehdit olarak gören BAE, İsrail ile ortak hareket etmeyi tercih etti.
- Filistin’in destekçisi Kuveyt
İsrail’in Filistin’e saldırılarına karşı en ciddi tepkiyi veren Körfez ülkesi ise Kuveyt oldu. Bu anlamda gerek Kuveyt halkı gerekse Kuveyt devletinin birçok organı İsrail’in saldırılarını şiddetle kınadı ve gerekli adımları attı. Bu çerçevede İsrail’in Mescid-i Aksa’ya yönelik olarak başlayan ve Gazze’deki sivillere karşı devam eden saldırıları, başkent Kuveyt’te Filistin lehine yapılan gösterilerle kınandı.
19 Mayıs tarihinde başkent Kuveyt’te bir grup Kuveytli İsrail’in Gazze’deki saldırılarını protesto etmek amacıyla toplandı ve halk yardımı kampanyası başlatıldı. Yardım kampanyası Kuveyt Sosyal İşler Bakanlığı Sosyal Kalkınma Müsteşar Yardımcısı Hana el-Hecri, Kalkınma ve Uluslararası İşbirliği Dışişleri Bakan Yardımcısı Nasır es-Subeyh ve Filistin Büyükelçisi Rami Tahbub gibi isimlerin katıldığı konferansla duyuruldu. El-Hecri yardım kampanyasının Kuveyt kabinesinin direktifleri doğrultusunda yürütüldüğünü, bu kampanyanın Kuveyt devletinin Filistin’i savunmaya devam edeceğini, Filistin davasına sadık kalacaklarını gösteren önemli bir işaret olarak okunduğunu söyledi. Kuveyt Dışişleri Bakan Yardımcısı da Filistin davasına sadık kaldıklarını, şu an yaptıkları yardımların sadece eski hükümetlerin yaptıklarının bir devamı olduğunu dile getirdi. Benzer şekilde Kuveyt Emiri, Başbakanı ve Meclis Başkanı da Filistin davasını sonuna kadar savunacaklarını sıklıkla vurguladılar.
Devam eden süreçte Kuveyt Kızılay Topluluğu Gazze’deki Filistinlilere dağıtılmak üzere 40 ton insani yardımın Mısır’a ulaştığını duyurdu. Topluluğun başkanı Hilal es-Sayer Gazze’deki kardeşlerimize Kuveyt devleti ve halkı tarafından yardım gönderildiğini söyledi. Refah sınır kapısından Filistin Kızılay’ına teslim edilecek insani yardım paketleri çeşitli ilaç, tıbbi malzeme, battaniye ve tekerlekli sandalyelerden oluşuyor. Söz konusu yardım Kuveyt’in Filistin’e yapacağı yardımların ilk aşamasını teşkil ediyor. Nitekim geçtiğimiz günlerde Kuveyt hükümeti Filistinlilere gönderilmek üzere 7,7 milyon doların üzerinde bağış toplandığını duyurdu. Önümüzdeki günlerde Kuveyt’ten Filistin’e gönderilen insani yardımların devam etmesi beklenebilir.
Bu anlamda Kuveyt’in, “İbrahim Anlaşmaları” adı verilen ve ABD’nin (diğer bir deyişle Trump ve damadı Kushner’in kurduğu ekibin) zorlayıcı diplomatik adımlarla İsrail ile normalleşmeyi meşrulaştırma çalışmalarına karşı çıktığı söylenebilir. Gazze’de yaşanan son gelişmelerde özellikle BAE’nin İsrail ile ortaklaşa hareket ederek sosyal medyada Hamas’a ve Gazze’deki direnişe karşı başlattığı kampanyaya karşı Kuveyt Filistin meselesine desteğini halk ve devlet bazında sürdürmeye devam etti. Birçok bölge uzmanı Kuveyt’in Körfez’de İsrail ile ilişki kurma konusunda en katı politikaları izleyen ülke olduğunu belirtiyor. Bu anlamda Kuveyt’in, iki devletli çözümü içeren kapsamlı bir barışın hayata geçirilmeden, İsrail ile normalleşmeyeceğini söylemek mümkün. Nitekim bu siyaset Kuveyt’in geleneksel resmî çizgisidir ve mevcut siyasal iklim ve konjonktür Kuveyt’in bu siyasetten radikal biçimde kopmayacağına işaret etmekte. Eylül 2020’de Emir es-Sabah’ın vefatı sonrası göreve gelen Emir Nevvaf da bu minvalde açıklamalar yaptı.
Nitekim Kuveyt son yıllarda Filistin meselesine en çok destek veren ülkelerden biri konumuna yükseldi. 2018 yılında Kuveyt Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) üyesi olduğu süre boyunca Filistin’i savundu ve bu minvalde kamuoyu oluşturdu. Özellikle İsrail’in mezkûr dönemlerdeki saldırılarına karşı BMGK’de karar çıkartılmasına yönelik girişimlerde bulundu. Dahası Kuveyt Filistin’de ve özellikle Gazze’de uluslararası koruma gücü tesis edilmesi teklifinde bulundu. Gazze’de son yaşanan çatışmalarda da Kuveyt ilk tepki gösteren Körfez ülkesi oldu. Ulusal Meclis Başkanı Marzuk Ali el-Ganim 10 Mayıs’ta İsrail’in Doğu Kudüs’teki faaliyetlerini “etnik temizlik” olarak tanımladı. Devam eden süreçte Çek Cumhuriyeti’nin İsrail ile dayanışma içinde olduğunu belirtmesi üzerine ülkedeki büyükelçisini geri çekti. Ayrıca Dışişleri Bakanı Şeyh Ahmed Nasir el-Muhammed es-Sabah BMGK’de Filistin meselesinin konuşulmasından önce krizle ilgili bilgi verdi ve Kuveyt’in desteğini vurguladı.
Özetle ifade edecek olursak, birçok uzmana göre Kuveyt’in Filistin desteğinin arkasında üç temel sebep bulunuyor. Bunlardan ilki Kuveyt’in siyasal sistemiyle ilintili. Kuveyt’in Körfez’deki en demokratik ve en özgürlükçü ülke olması Filistin desteğinin rahatlıkla ifade edilmesini sağlıyor. İkinci gerekçe Kuveyt’teki Filistin diasporasıdır. Devletin önemli kademelerinde ve bürokraside yer alan Filistinlilerin Kuveyt’in Filistin politikasını etkilediği söylenebilir. Üçüncüsü, Kuveyt’teki pan-Arab ve anti-kolonyal düşüncenin Filistin meselesine verilen desteği etkilediği söylenebilir. Sonuç olarak, Körfez’de Filistin meselesi bağlamında Kuveyt’in çabaları takdiri hak ediyor. BAE’nin faaliyetlerinin ise İslam dünyasına zarardan başka bir şey vermediğini ifade edebiliriz.
[Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsünde araştırma görevlisi olan ve doktora çalışmalarına devam eden Mehmet Rakipoğlu aynı zamanda Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) Körfez Çalışmaları Koordinatörlüğü’nde kurum dışı araştırmacı olarak görev yapmaktadır]